13 Ocak 2014 Pazartesi

TOPLUM SÖZLEŞMESİNDEN SOSYALİZME

Bugün biliyoruz ki, sağduyunun egemenliği, burjuvazinin düşüncelleştirilmiş (idealleştirilmiş) egemenliğinden başka bir şey değildi; kalımlı hak, gerçekleşmesini burjuva adaletinde buldu; eşitlik, yasa karşısında burjuva eşitliğine indirgendi; burjuva mülkiyeti, insanın temel haklarından biri ilan edildi; ve sağduyunun egemenliği, Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi, demokratik bir burjuva cumhuriyeti oldu, ve yalnız öyle olabilirdi. 18. yüzyılın büyük düşünürleri, kendi çağlarının çektiği sınırı, öncellerinden daha çok aşamadılar. 

Ama, feodal aristokrasi ile toplumun bu aristokrasi dışında kalan tümünü temsil etmek iddiasında olan burjuvazinin uzlaşmaz karşıtlığı, sömürenlerle sömürülenlerin, boş gezen zenginlerle çalışan yoksulların o genel uzlaşmaz karşıtlığı ile yanyanaydı. Burjuvazinin temsilcilerine, özel bir sınıfın değil de, acı çeken bütün insanlığın temsilcisi gibi ortaya çıkma olanağını veren gerçek durum buydu. Dahası var. Burjuvazi, kökeninden kendi antitezi ile eyerlenmişti: ücretli işçiler olmadan kapitalistler olamazdı ve loncaya bağlı ortaçağ kentlisinin gelişip modern burjuva olduğu oranda, loncalı kalfa ve lonca dışındaki gündelikçi de proleterleşti. Burjuvazi, genellikle, aristokrasi ile savaşımında, aynı zamanda, o dönemin farklı çalışan sınıflarının çıkarlarını da temsil ettiğini ileri sürebildi, bununla birlikte, her büyük burjuva hareketinde modern proletaryanın hayli gelişmiş öncüsü olan sınıfın bağımsız patlamaları oldu. Örneğin, Alman Reformu ve Köylü savaşı sırasında, anabaptistler51 ve Thomas Münzer; büyük İngiliz devriminde Leveller'ler,52 büyük Fransız devriminde Babeuf. 

Henüz gelişmemiş bir sınıfın bu devrimci başkaldırmalarına karşılık olan teorik belirtiler vardı: 16. ve 17. yüzyıllarda ideal toplumsal koşulların ütopik tasarımları;53 18. yüzyılda gerçekten komünist teoriler (Morelly ve Mably). Eşitlik istekleri artık politik haklarla yetinmiyordu; bireylerin toplumsal durumlarını da kapsamına alıyordu. Ortadan kaldırılması gereken, yalnız sınıf ayrıcaklıkları değildi, tersine, sınıf ayrılıklarının kendileriydi. Yeni öğretinin ilk biçimi, çileri (ascetic), yaşamın bütün nazlarını kötüleyen, Ispartalılara özgü bir komünizmdi. Ondan sonra üç büyük ütopyacı geldi: orta-sınıf hareketini onunla yanyana ilerleyen proletarya hareketinden hâlâ daha anlamlı bulan Saint-Simon; ve kapitalist üretimin en çok geliştiği ülkede, ve bunun doğurduğu uzlaşmaz karşıtlıkların etkisinde, sınıf ayrılıklarının giderilmesi konusundaki önerilerini sistemli ve Fransız materyalizmiyle doğrudan ilişkili olarak işleyip tüketen Fourier ye Owen. 

Üçünün de ortak bir yanı vardır: hiçbiri, tarihsel gelişimin o arada yarattığı proletaryanın çıkarlarının temsilcisi olarak ortaya çıkmamıştır. Onlar da, Fransız filozofları gibi, önce belirli bir sınıfı değil, tersine, bütün insanlığı hemen kurtarmak istemişlerdir. Onlar gibi, sağduyunun egemenliğini ve sonsuz adaleti gerçekleştirmek istemişlerdir, ama bu egemenlik, onların anlayışına göre, Fransız filozoflarının anladığı egemenlikten, cennetin dünyadan farklı olduğu kadar farklıdır. 

Çünkü, bu üç toplumsal reformcuya göre, o filozofların ilkelerine dayanan burjuva dünyası, usa-aykırıdır ve adaletsizdir ve, bu yüzden, tıpkı feodalizm ve daha önceki bütün toplum aşamaları gibi, onun da sonu süprüntülüktür. Salt sağduyu ve adalet, bugüne kadar, yeryüzünde egemen olmamışsa, bu, yalnızca insanoğlu onları gereğince anlamadığı için böyle olmuştur. Aranan şey, gerçeği kavrayan ve şimdi ortaya çıkan o tek dâhi adamdı. Onun şimdi ortaya çıkması, gerçeğin şimdi apaçık kavranması, tarihsel gelişim zincirindeki zorunluluğu izleyen kaçınılmaz bir olay değildir, yalnızca mutlu bir raslantıdır. O, bundan tam 500 yıl önce de doğabilir ve insanları 500 yıl yanılmaktan, çekişmekten ve acı çekmekten koruyabilirdi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.