28 KASIMDA (1890), Friedrich Engels, yetmiş yaşını doldurmuş olacak. Bu, bütün dünya sosyalistlerinin kutlayacakları bir doğum günüdür. Bundan ötürü, dostum Dr. Victor Adler, benden Sozialdemokratische Monatsschrift için Sosyalist Partinin ünlü önderi üzerine kısa bir yazı yazmamı istedi.
Böyle çetin bir görevi yerine getirmek için bazı koşullar gerekir. Ben, Engels'i yalnızca doğduğum günden beri tanımaktayım. Bir insanın uzun zaman yakınında bulunmuş olmanın onu iyi tanımak için elverişli bir koşul olup olmadığı tartışılmaya değer. En az tanıdığımız insan, kendimiz değil miyiz?
Marx ile Engels'in biyografilerini kaleme alabilmek için –çünkü bu iki insanın yaşamı ve yapıtları öylesine içiçedir ki, ayırmak olanaksızdır– sosyalizmin "ütopik sosyalizmden bilimsel sosyalizme" doğru gelişmesinin tarihini yazmak, üstelik buna, yaklaşık olarak, son yarım yüzyıllık işçi hareketinin tarihini de eklemek gerekir. Gerçekten bu iki insan işçi yaşantısından uzak ve ayrıklanmış aydın önderler, teorisyenler, filozoflar olmakla yetinmediler; genelkurmayını oluşturdukları bu devrimin erleri olarak savaşımda her zaman ön safta yerlerini aldılar. Bu tarihi yazabilecek yalnız bir kişi vardır; umalım ki, ömrü yazmasına yetsin.
Engels'in yaşamı o kadar iyi bilinir ki, şimdi burada, bu konu ile ilgili kısa bazı notlar yetersiz kalır; onun yazınsal ve bilimsel çalışmalarına gelince, onların tahlilini yapmaya kalkmak benim için alçakgönüllülükle bağdaşmayan bir tutum olurdu; zaten onlar genel olarak bilinmektedir. Burada, yalnız bütünün bir tablosunu sunmakla yetineceğim. Bu insanın ve yaşantısının bir eskizini sunmaya çalışacağım ve bunu yapmakla, "otoritelerin putlaştırılması" ile ahlaklarının bozulmasından büyük korku duyanlar dışında, birçok insanı sevindireceğimi sanıyorum. Bana gelince, öyle sanıyorum ki, Engels'in çalışmalarıyla yaşayan bizler için onun yaşamı örnek olabilir ve bizi yüreklendirir.
Friedrich Engels, 28 Kasım 1820'de, Barmen'de doğdu. Babası fabrikatördü (unutmamak gerekir ki, o dönemde, Ren bölgesi eyaletleri, Almanya'nın geri kalan kesiminden çok daha gelişmiş durumdaydı); ailesi saygın bir aileydi. Hiçbir çocuk, kendi çevresiyle bu kadar çelişmemiştir. Friedrich, ailesi için "korkunç bir ördek yavrusu" olacaktı. Belki şimdi bile, ailesi, bu ördek yavrusunun gerçekte bir "kuğu kuşu" olduğunu anlamış değildir. O, neşeli mizacını anasından almıştır.
Barmen'de başladığı öğrenimini, Elberfeld lisesinde tamamladı. Önce üniversiteye girmeye niyetlendi, ama üniversitedeki eğitime karşı duyduğu küçümseme ve aynı zamanda aile işleri, onu bu niyetinden vazgeçirdi. Okuldan ayrılmasından ve bitirme sınavlarını vermesinden bir yıl sonra, Barmen'de, bir ticaret firmasına girdi; bundan sonra, bir yıl süreyle, Berlin'de, gönüllü askerlik yaptı. 1842'de, İngiltere'ye Manchester'a, sermayesi babasının olan bir ticaret firmasına gönderildi. Engels, Manchester'da iki yıl kaldı. Klasik kapitalizmin ülkesinde bir büyük sanayi ortamında geçen bu iki yıl, onun için pek büyük bir önem taşır ve onun Manchester'da bu dönemdeki eylemi, nasıl bir insan olduğunu belirlemeye yeter: Bir yandan İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu adlı yapıtının yayınlanabilmesi için gerekli materyali topluyor, bir yandan çartist harekete etkin bir biçimde katılıyor, bir yandan da Northern Star ile Owen'ın New Moral World 'una[1*] aksatmadan yazı yazıyordu.
1844'de, Engels, Paris üzerinden Almanya'ya döndü. Orada uzun süreden beri yazıştığı ve artık ömrünce en yakın dostu olacak insanla, Karl Marx'la, ilk defa karşılaştı. Bu karşılaşmanın ilk sonucu, Kutsal Aile'nin[2*] yayınlanması ve daha sonraları Brüksel'de tamamlanan ve Marx'ın Eleştiri'sinde[3*] ve Engels'in Feuerbach’ın, "İki kalın cilt tutan elyazması çoktan beri Westphalie'de bir yayınevinin elindeydi ki, koşulların, yayınına olanak vermediği haberini aldık. Elyazmasını farelerin kemirici eleştirisine bıraktık ve bunu gönüllü olarak yaptık, çünkü asıl amacımıza, kendimizi anlama (Selbstverstandigung) amacımıza ulaşmıştık" sözleriyle anlattıkları bir yapıt üzerinde çalışmaya başlamaları oldu.
Aynı yıl, Engels, İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu4adlı kitabını yazdı. Bu yapıt gerçeği hâlâ öyle doğru yansıtmaktadır ki, bundan birkaç yıl önce, İngilizce çevirisi yayınlandığı zaman, İngiliz işçileri yeni yazıldığını sanmışlardı! Engels, bu sırada değişik konularda denemeler ve bazı makaleler vb. kaleme alıyordu. (Engels Paris'ten Barmen'e döndü ama orada kısa bir süre kaldı.)
1845'te, Brüksel'de, Marx'la buluştu ve orada, gerçekten, ortak çalışmaları başladı. Bu harekete sunmuş oldukları ortak emekleri pek büyüktür, ikisi, Brüksel'de Alman İşçileri Derneğini kurdular ve asıl önemlisi, sonraları özünde Enternasyonalin tohumunu taşıyan ünlü Komünistler Birliği olan Adiller Birliğine girdiler. Brüksel'de Marx, Paris'te Engels, 1847'de Komünistler Birliğinin teorisyenliğini yaptılar. O yılın yazında, bu birliğin birinci kongresi Londra'da toplandı. Engels, bu kongreye, Parisli derneklilerin delegesi olarak katıldı. Aynı yılın güzünde, birliğin, Marx'ın da katıldığı, ikinci kongresi yapıldı. Bu son kongreden nasıl bir sonuç elde edildiğini bugün bütün dünya bilmektedir: Komünist Parti Manifestosu.
İki dost, Londra'dan, yoğun bir pratik eyleme girebilecekleri Köln'e geçtiler. Bu eylem, Neue Rheinische Zeitung adlı gazetede ve Köln komünistleri davasında[5*] anlatılır.
O günün baskısı ve Marx'ın sınırdışı edilmesi, iki dostu uzun süre birbirinden ayırdı. Marx, Paris'e geldi, Engels de Palatinat'a gitti; orada Baden ayaklanmasına katıldı. Üç silahlı çatışmada yer aldı ve onu ateş hattında görenler, olağanüstü serinkanlılığından ve her türlü tehlikeyi umursamayışından uzun süre sözettiler. Engels, Neue Rheinische Zeitung'da, Baden ayaklanması hakkında bir yazı yazdı. Bütün umutlar yitirilince, İsviçre'ye geçenlerin sonuncularından biri oldu ve oradan, Paris'ten sürgün edilen Marx'ın sığındığı Londra'ya gitti.
İşte o zaman, Engels'in yaşamında yeni bir aşama başlıyor. Şimdilik her türlü politik eylem olanaksız hale geldiği için, Marx, Londra'ya yerleşti. Engels, babasının ortağı olduğu dokuma fabrikasına, görevli olarak Manchester'a geri geldi. Yirmi yıl boyunca, büro yaşamının zorunlu çalışmasına mahkûm kaldı ve iki dost, yirmi yıl içinde, pek seyrek olarak buluşma olanağı buldular, ama aralarındaki bağlantı hiç kesilmeden sürdü. Manchester'dan Engels'in mektuplarının gelişi, benim ilk çocukluk anılarımdan biridir. İki dost, hemen hemen her gün birbirine mektup yazıyorlardı ve Mohr'un –babamı evde böyle çağırırdık– mektubu okurken sanki yazan karşısındaymış gibi yüksek sesle konuşarak: "ama sorun hiç de öyle değil" ya da "haklısın, haklısın" vb. dediğini anımsıyorum. Ama en iyi anımsadığım şey, Mohr'un, Engels'in mektuplarını okurken katılarak gülmesiydi; öylesine gülerdi ki, gözlerinden yaşlar akardı.
Manchester'da Engels tek başına değildi. Orada, Kapital’in birinci cildinin sunulduğu ve bizim evde Lupus dediğimiz "proletaryanın yiğit, vefalı, ve yüce savunucusu" Wolff[6*] vardı; daha sonraları babamın ve Engels'in fedakâr dostu (kocamla birlikte Kapital’i İngilizceye çevirmiş olan) Sam Moore ile o zamanın en ünlü kimyacılarından biri olan Profesör Schorlemmer de oraya geldiler. Ama bu iki dostu hesaba katmazsak, o yirmi yılın böyle bir adam için nasıl geçtiğini düşününce insan dehşete kapılır. Ama Engels, Manchester'daki yaşamından hiçbir zaman yakınmamıştır. Tam tersine, bu görevini sanki dünyada her gün bürosuna gidip masasına oturmaktan daha zevkli bir şey yokmuş gibi, şevkle ve serinkanlılıkla yapıyordu. Bürodaki bu zoraki işi sona erdiği zaman Engels'in yanındaydım ve bütün bu yılların onun için ne demek olduğunu o zaman anladım. Sabahleyin, büronun yolunu son kez tutmak üzere ayakkabılarını giydiği zaman, "Bu artık sonuncu!" diye attığı zafer çığlığını hiçbir zaman unutmayacağım. Evin kapısında oturmuş onu bekliyorduk; birkaç saat sonra evin önündeki küçük tarlanın ötesinden gelişini gördük. Bastonunu havada sallıyor ve sevinç içinde türkü söylüyordu. Akşamleyin olay şampanyalı bir ziyafetle kutlandı. Hepimiz sevinçliydik. Şimdi bunları anımsarken gözlerim yaşarıyor.
1870'te, Engels, Londra'ya geldi ve hemen Enternasyonal için yapılan yoğun çalışmada yerini aldı; Belçika temsilcisi olarak genel konsey üyeliğine getirildi ve daha sonra İspanya ve İtalya temsilcisi oldu. Engels'in yazı çalışmaları, çok çeşitliydi. Makaleler, kitapçıklar vb., 1870 ile 1880 arasında sonu gelmeyen bir sıra halinde birbirini izledi; ama en önemli yapıtı 1878'de yayınlanan Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor oldu. Kapital’in etkisinden ve öneminden sözetmek ne kadar gereksiz ise, bu kitabın etkisinden ve öneminden sözetmek de o kadar gereksizdir.
Bu on yıl içinde, Engels, her gün babamı ziyarete gelirdi; ikisi sık sık gezintiye çıkarlardı; çoğu zaman da evde kalırlar ve babamın odasında, bir aşağı bir yukarı dolaşırlardı. Her ikisinin de yeğlediği bir köşe vardı ve her ikisi de topuk üzerinde dönüş yaparken odanın o köşesinde, döşemede, izlerini bırakmışlardır. Öyle şeyler üzerinde tartışırlardı ki, bunların birçoğunu, birçok kimsenin felsefesi hayal bile edemez. Çok zaman da susarak yanyana yürürlerdi. Ya da herbiri o anda kendisini özellikle ilgilendiren konu üzerinde konuşurdu, ve bir an gelirdi ki, geçen yarım saat içinde ayrı ayrı şeylerden sözettiklerini kahkahalarla gülerek birbirlerine itiraf ederlerdi.
Bu dönemle ilgili neler neler anlatılabilir! Enternasyonal, Paris Komünü, evimizin bütün sürgünlerin buyur edildiği bir yolgeçen hanına döndüğü o aylar!
1881'de annem öldü ve sağlık durumu sarsılan babam bir süre için İngiltere'den ayrıldı. 1883'te o da öldü.
Bundan sonra Engels'in neler yaptığını bütün dünya bilir. Zamanının en büyük kesimini babamın yapıtlarının yayınlanmasına, yeni baskıların düzeltilmesine ve Kapitalin çevirilerinin gözden geçirilmesine harcadı. Bu çalışmayı ya da kendi öz çalışmalarını değerlendirmek bana düşmez. Engels'in her gün harcadığı emeği ancak onu tanıyanlar değerlendirebilir. İngilizleri, Almanları ve Fransızları saymazsak, İtalyanlar, İspanyollar, Hollandalılar, Danimarkalılar, Romenler (bu halkların dillerini pek güzel bilirdi), hepsi gelip onun desteğini ve öğütlerini alırlardı.
Karşılaştığımız sayısız güçlüklerin herbiri için –biz ki efendimiz olan Halkın bağlarında çalışmaktayız,– Engels'e başvururuz. Ve elimiz boş dönmeyiz. Bu son yıllarda yalnız bunun ona yüklediği ağır çalışmayı sıradan bir düzine adam ancak omuzlayabilirdi. Ve Engels'in bizim için yapacağı daha çok şeyler var ve yapacak da.
İşte size onun yaşamının basit bir eskizi. Bu, bir bakıma bu insanın iskeletidir –kendisi değildir. Bu iskelete can katma işinde ne kadar yetersiz olduğumu bilmekteyim ve belki de bu görev hepimizin üstündedir. Biz, henüz onu iyice göremeyecek kadar kendisine yakınız. Engels 70 yaşındadır, ama yaşını göstermiyor. Bedeni henüz zihni kadar genç. Altı ayaklık [1,89 m.] vücudunu öylesine hafif bir şeymiş gibi taşıyor ki, o kadar iri gözükmemekte. Makas değmemiş sakalı yana kaçıyor ve artık kırlaşmaya yüztutmuş. Saçları koyu ve bir tek ak tel yok; hiç değilse dikkatle arandığı halde bulunamadı. Görünüşü genç olduğu kadar, kendisi göründüğünden de gençtir. Tanıdığım adamların en genci odur. Ve anımsayabildiğim kadarıyla şu son yirmi yıl içinde, hiç yaşlanmadı.
Onunla 1869 yılında İrlanda gezisine çıktım (ve o sırada, İrlanda'nın, "ulusların Niobe"sinin tarihini yazmak istediği için bu ülkeyi onunla birlikte dolaşmak özellikle ilginç idi), ve sonra 1888'de birlikte Amerika'ya gittik. 1869'da olduğu gibi 1888'de de uğradığımız her yerde, o, çevrenin ruhu idi.
City of Berlin ve City of New York transatlantiklerinde, hava nasıl olursa olsun, her zaman güvertede bir gezinti yapmaya ya da bir bardak "lager" içmeye hazırdı.
Burada babamın bir özelliği üzerinde durmak istiyorum; bu özellik Engels'te de vardır. Bunu özellikle belirtmek istiyorum, çünkü bu özelliği pek az bilinir ve hatta pek değerlendirilmez. Babam, yıldırımlarını düşmanlarının olduğu gibi dostlarının da üzerine yağdırmaya her zaman hazır, pervasız ve alaycı bir çeşit Jüpiter gibi gösterilmiştir. Ama onun o kadar etkileyici ve o kadar tatlı, sevinç ve iyilikle o kadar dolu güzel kahverengi gözlerini bir kez olsun gören ya da onun çevresindekileri güldüren gülüşünü işiten, bilir ki alaycı ve soğuk tanrı, Jüpiter, salt bir uydurmadır. Engels için de aynı şeyi söyleyebiliriz. O, genellikle, bir otokrat, bir diktatör, acı söyleyen bir eleştirici gibi gösterilir. Hiç de öyle değildir. Başkalarına karşı onun kadar yumuşak davranan, herkesin yardımına koşmaya onun kadar hazır bir insan belki de hiç olmamıştır. Onun gençlere karşı tükenmez iyiliğinden sözetmek istemiyorum. Bütün ülkelerde buna tanıklık edebilecek olanlar vardır. Ben, yalnızca, gençlere yardımcı olmak için kendi kişisel işlerini bir yana bıraktığını sık sık gördüğümü söyleyebilirim. Engels bir şeyi hiçbir zaman bağışlamamıştır – sahteliği. Bir adam ki, kendi kendisine karşı dürüst değildir, ve üstelik partisine bağlı değildir, böylesi Engels'ten en küçük bir acıma duygusu beklemesin. Bunlar, Engels için bağışlanmaz günahlardır. Engels, başka günah tanımaz. Burada bir başka karakteristik çizgiye değinmek isterim. Dünyanın en dakik adamı olan Engels, partiye karşı görevin ve özellikle disiplinin en derin duygusunu herkesten fazla taşıyan Engels, hiçbir zaman bağnaz olmamıştır. Kimse, her şeyi onun gibi anlama yeteneğinde değildir ve dolayısıyla kimse küçük zaaflarımızı onun gibi rahatlıkla bağışlayamaz.
Engels'in olağanüstü geniş bir bilgisi vardır. Hiçbir şey ona yabancı değildir; doğal tarih, kimya, botanik, fizik, filoloji (yirmi dilde dili döner diye yazıyordu Figaro 1870'te), ekonomi politik ve last but not least,[7*] askerî taktik. 1870'te, Fransız-Alman savaşı sırasında Engels'in Pall Mall'de yayınladığı makaleler dikkati çok çekti, çünkü bunlarda Sedan muharebesini ve Fransız ordusunun bozgununu önceden bildirmişti. Ona "general" lakabının takılması, bu makalelerden sonradır. Kızkardeşim ona "General Staff' derdi. Bu lakap yerleşmiş kalmıştır ve o gün bu gün, Engels, bizim için "general"dir. Bugün bu lakabın daha geniş bir anlamı var: Engels, işçi ordumuzun generalidir.
İşte onun iyiliğinden bir örnek daha: Freethinker'ın yazıişleri müdürü Dr. Foote, bir yıl hapse mahkûm olmuştu; kimse bu işle ilgilenmiyordu ve kocam işi ele aldı. Engels hiç tanımadığı ve kendileriyle ortak görüşler taşımadığı Dr. Aveling ve Foote'a yardımda bulunabilmek için, Foote'un dergisi Progress'e, Aziz Jean'a göre Apokalips üzerine son derece değerli bir inceleme yazdı.
Engels'in bir başka özelliği de vardı (bu belki de en önemli özelliğidir): çıkarını düşünmemesi. O, Marx sağken şöyle demeyi âdet edinmişti: "ben hep ikinci keman oldum ve öyle sanıyorum ki bir ölçüde ustalaştım; Marx gibi bir birinci kemana sahip olmaktan büyük mutluluk duydum!" Bugün orkestrayı yöneten Engels'tir ve sanki kendi deyimiyle hâlâ "ikinci keman" imiş gibi sade ve alçakgönüllüdür. Birçokları gibi, ben de, babamla Engels'i birbirine bağlayan dostluktan, Damon ile Pythias'ın dostluğu gibi tarihsel olacak olan bu dostluktan sözetme fırsatını buldum; ama bu notları sona erdirirken, onun Marx ile ilişkilerine borçlu bulunduğu ve yaşamı ile çalışmalarını ikiye bölen iki ayrı dostluktan da sözetmem gerekir.
Bunlardan birincisi anneme karşı olan dostluğu, ikincisi de bu yılın (1890) 4 Kasımında ölen ve mezarlıkta annemle babamın yanında yatan Helene Demuth'a olan dostluğudur.
Engels, annemin mezarı başında şu sözleri söylemiştir:
"Dostlar!
Bugün toprağa vermekte olduğumuz yüce gönüllü kadın, 1814'te, Salzwedel'de doğdu. Babası, Baron von Westphalen, Trier'de Marx'ın ailesiyle yakın dostluk kurdu; her iki ailenin çocukları birlikte büyüdüler. Marx üniversiteye giderken, o ve gelecekteki karısı, yazgılarını sürekli birleştirmeye önceden karar vermişlerdi. "
"Marx, ilk Rheinische Zeitung'un başyazarı olarak tanındıktan ve gazete Prusya hükümetince kapatıldıktan sonra, 1843 yılında evlendiler. Ondan sonra Jenny, kocasının yazgısını, işlerini, savaşımlarını yalnızca paylaşmakla kalmadı, onlara en büyük anlayışla ve en ateşli tutkuyla katkıda bulundu.
Genç çift Paris'e gitti; gönüllü sürgünlük hemen zorunlu oldu. Prusya hükümeti, Marx'ı Paris'te bile izledi. Üzülerek anmalıyım ki Alexandre de Humboldt[8*] gibi bir adam, Marx'ın Fransa'dan sınırdışı edilmesini sağlamak için çalıştı. Marx, Brüksel'e sığındı. Şubat devrimi patladı. Bu olayın Brüksel'de yarattığı kargaşalıklar sırasında, Belçika polisi, yalnızca Marx'ı tutuklamakla yetinmedi, karısını da hiç gerekçesiz hapse attı. "
"1848 devrimci atılımı ertesi yıl bastırıldı. Sürgün yeniden başladı; önce Paris'te, sonra, Fransız hükümetinin işe karışmasıyla, Londra'da. Bu defaki bütün yoksunluklarıyla sürgündü. Bunlar iki oğlunu ve bir kızını yitirmesine neden olmakla birlikte. Jenny, sürgünlerin bilinen bütün acılarına hâlâ katlanabilirdi; ama bütün partilerin, muhalefettekiler (feodaller, libareller, sözde demokratlar) gibi hükümettekilerin de kocasını kargıması, ona en bayağı ve en alçakça iftiralarda bulunması, bütün basının ona hiç istisnasız kapanması, ikisini de horgören hasımları karşısında kocasının yardımsız ve silahsız kalması – bu, onu derinden yaraladı. Ve bu, yıllarca sürdü.
Ama sonunda bitti, Avrupa işçi sınıfı, giderek kendisine birkaç eylem olanağı veren politik koşullara kavuştu. Uluslararası İşçi Birliği kuruldu. Enternasyonal, uygar ulusları birbiri ardına savaşıma soktu, ve kocası bu savaşımda en öndekilerin önünde savaştı. Sonunda, geçmişteki bütün acıların dinmeye başladığı zaman geldi. Kocasının üzerine, dolu sağnağı gibi yağdırılmış alçakça iftiraların toz gibi dağıldığını gördü; kocasının bütün ülkelerdeki gericilerin boğmaya çalıştıkları öğretilerinin, bütün ülkelerde, bütün uygar dillerde özgürce ve yengiyle yayınlandığını gördü; proletaryanın devrimci hareketinin, yengisinin bilincinde olarak, Rusya'dan Amerika'ya kadar, bir ülkeden öbürüne yayıldığım gördü. Son sevinçlerinden biri de, ölüm döşeğindeyken, Alman işçi sınıfının bütün olağanüstü yasalara karşın son seçimlerde gösterdiği tükenmez yaşam gücünün kesin kanıtını görmek oldu. "
"Pek keskin ve pek eleştirici anlayışla, politik bakımdan pek güvenilir bir denlilik (Takt) ile, pek coşkun bir enerjiyle, pek büyük bir özveriyle, böyle bir kadının devrimci harekette ne yaptığı açıkça ortaya konmadı, gazete sütunlarında asla anılmadı. Onun ne yaptığını, yalnızca onunla birlikte yaşamış olanlar biliyor. Ama biliyorum ki onun gözüpek ve tedbirli –büyüklenmeden gözüpek, onura biraz olsun gölge düşürmeksizin tedbirli– öğütlerinin yokluğunu sık sık duyacağız.
Onun kişisel özelliklerinden sözetmeyi hiç gereksinmiyorum. Dostları bu özellikleri bilirler ve asla unutmayacaklar. En büyük mutluluğu başkalarını mutlu etmekte görmüş olan bir kadın var idiyse, o, bu kadındı."" "
Demuth'un mezarı başında ise Engels şunları söylemiştir:
Marx, partinin güç anlarında, ondan sık sık öğüt alırdı... ve bana gelince, Marx'ın ölümünden sonra yaptığım bütün çalışmaları, büyük ölçüde, Marx’ın ölümünden sonra gelme onurunu bahşettiği evimde varlığının bana sağladığı güneş ışığına, yardımına borçluyum.
Onun, Marx için ve Marx’ın ailesi için ne olduğunu ancak biz bilebiliriz ve bunu anlatmak olanaksızdır. Bu kadın, 1873'ten 1890'a kadar, her zaman bizim dostumuz ve desteğimiz olmuştur.
ELEANOR MARX
Le Devenir Social dergisi, Eléanor Marx'ın bu makalesini Ağustos 1895 sayısında –Engels 5 Ağustos 1895'te ölmüştü– yeniden yayınlarken, ağıt niteliğindeki şu satırları makalenin başına eklemişti.
Bilimsel sosyalizm, kurucularından birini yitirdi. Friedrich Engels, 5 Ağustos günü Londra'da öldü. Sosyalizm, bu günkü sosyalizm oluşunu kısmen bu alçakgönüllü ve yüce düşünüre borçludur; çünkü denebilir ki, bilimsel sosyalizmin, ekonomi politiğin o amansız eleştirisini, toplumsal olayların o güçlü tahlilini, insanlığın tarihsel seyrinin o olağanüstü kavranışını, gerçek toplumsal bilimin temellerini atmış olan ve tarihi olsun, felsefeyi olsun, yenileyen ya da yenileyecek olan o felsefi kavrayışı, özverili dostu, değerli çalışma arkadaşı ve sadık yorumcusu olduğu Marx kadar, ona da borçluyuz.
Birinci planda olabileceği halde, gönüllü olarak ikinci planda durmuş olan bir adam öldü. Fikir, onun fikri sağdır, ayaktadır, her yerde, her zamankinden daha çok canlıdır ve Marx ile birlikte, o fikre sağlamış olduğu silahlarla, bütün saldırıları yenilgiye uğratmaktadır.
Bu yürekli demircinin örsteki çekiç sesi artık işitilmeyecektir; usta işçi yıkıldı; güçlü ellerinden düşen çekiç yerdedir ve belki de orada uzun süre kalacaktır; ama onun döverek yarattığı silahlar yerli yerindedir, sağlam ve pırıl pınl. Yeni silahlar yaratmak çoğumuza vergi değilse de, en azından hepimiz, üzerimize düşeni yapmalıyız, bize teslim edilen silahları paslanmaya bırakmamalıyız; ve bu silahlar, ancak böyle davranmakla, bize zaferi sağlayacaktır ve onun için yapılmıştır.
Marx da, Engels de, herkesten çok (burda karşılaştırma olanaksızdır) hazırlamış oldukları büyük şeylerin gerçekleştiğini görme sevincini tadamadılar; ama insanlar, kendi mutlulukları için çalışan ve etkili olan anılarını saklayabilirlerse, ikisinin de ölümsüzlükleri perçinlenmiş olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.